108 milyonu aşkın kişinin zorla yerinden edildiği dünyada, Türkiye; tüm devletler arasında en çok sayıda mülteci ve göçmene ev sahipliği yaparken gerek doğu, gerekse batı sınırlarında küresel göçün en çetrefilli sorunlarıyla yüz yüze gelmektedir. Türkiye’nin bulunduğu coğrafyada, komşusu olan birçok devlet, ilgili politikaları nedeniyle yoğun şekilde göçe ve sığınma ihtiyacına sebep olmaktadır. Buna istinaden iç savaş, baskıcı rejimler ve çeşitli zulüm riskleri nedeniyle Türkiye’ye gelen kişi sayısı yüksekliğini korumaktadır.
TC Anayasası ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası insan hakları sözleşmeleri gereğince, hiçbir ayrım gözetmeden herkesin hakkının savunulması esas olmalıdır. Evlerini terk etmek zorunda kalan insanların hem ulusal hem de uluslararası mevzuatta temel haklarına erişiminin sağlanması, devletin görevi olduğu kadar barolar dâhil diğer sivil toplum aktörlerinin aktif şekilde rol alması gereken bir süreçtir. İstanbul Barosu bu sürecin yönetilmesinin güçlüklerinin farkındadır. Ancak bu zorlu sürecin sorumlusu olarak evlerini ve yaşamlarını terk ederek göç etmek zorunda bırakılan kişileri ya da hak savunucularını görmek yerine, kamu otoritelerinden göç alanında hem vatandaşların kaygılarını hem de insan haklarını gözeten şeffaf politikalar yürütülmesi talep edilmelidir.
Dünya mülteciler gününde, sanayileşmiş devletlerin, göç konusunu kirli bir pazarlığa çevirmeye çalıştığının bilinciyle; ancak bunun sorumluları arasında en son sırada bile yer almayacak, doğduğu toprakları terk etmek zorunda kalan kişileri hedef haline getirmeden, özellikle hassas grupları gözeterek, ayrımcılık yapmadan tüm insanların insan onuruna yaraşır bir hayat sürmesi gerektiğinin geniş toplum kesimleri tarafından savunulması ümidini taşıyoruz.
İstanbul Barosu Mülteci ve Göçmen Hakları Merkezi