Tüm dünyanın ve ülkemizin koronavirüs nedeniyle çok zor günlerden geçtiği bu dönemde, torba kanun teklifleri ile çeşitli alanlarda yapılan düzenlemeler apar topar yasalaştırılmaya çalışılmaktadır. Bunun en vahim örneklerinden biri ne yazık ki, "Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi" ile tüketicilerin taraf olduğu her türlü uyuşmazlık için zorunlu arabuluculuk getirilmeye çalışılmasıdır.
Arabuluculuk dostane bir alternatif çözüm yoludur ve prensip olarak ihtiyaridir. Arabulucunun yegane görev ve yetkisi, görüşmelerin sağlıklı yapılabilmesini sağlamak olup, karar vermek gibi bir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu çözüm yolunun ancak eşitler arasında elverişli sonuçlar verebileceği açıktır. Ancak ülkemizde arabuluculuk, Mahkemelerin iş yükünü azaltmak üzere bir yol olarak kullanılmakta ve "zorunlu/dava şartı" arabuluculuk düzenli bir şekilde teşvik edilmektedir.
Oysa işçi-işveren uyuşmazlıkları için getirilmiş olan zorunlu arabuluculuk şartının, işverenle müzakere edebilecek güçte olmayan işçiyi çoğu kez ya haklarından çok daha azına razı olmak ya da arabulucuk sürecinden sonra yine Mahkemeye başvurmak durumunda bırakarak yargılama süresini daha da uzattığı tecrübe edilmiştir.
Buna rağmen ve bir süredir ilgili çevrelerce dillendirildiği için hukukçular ve tüketici örgütleri tarafından duyulan endişeler tepkiye dönüşmüş olmasına karşın, 20.03.2020 tarihli "Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi"nin 59. maddesi kapsamında, tüketici uyuşmazlıkları için zorunlu arabuluculuk öngören düzenleme Adalet Komisyonu'na sunulmuştur.
Aynen İş Hukukunda olduğu gibi Tüketici Hukukunda da temel prensip "tüketici"nin yani zayıf tarafın korunmasıdır. Çoğu kez avukatı bile olmayan, bilgi ve ekonomik olarak karşısındaki profesyonel satıcı veya sağlayıcıya göre dezavantajlı olan tüketicinin karşı tarafla eşitmiş gibi müzakere masasına oturmaya zorlanması hukuka aykırıdır.
Bu uygulamanın aynen İş Hukukunda olduğu gibi tüketicinin değil, karşısındaki tarafın işine geleceği, tüketicinin ya hakkından daha azına razı olacağı ya da yargılama sürecini uzatacağı açıktır. Daha da vahimi, Tüketici Hakem Heyetlerine bile nasıl başvuracağını bilmeyen tüketicinin hakkını aramaktan vazgeçmesi söz konusu olabilecektir.
Bu nedenlerle mahkemelerin yetersiz kaldığı her alanda, o alanın kendine özgü prensipleri dikkate alınmaksızın; mahkemelerin nitelik ve niceliğini artırmak yerine, yurttaşların Anayasa’da yer alan "doğal hakim" ilkesine aykırı şekilde arabuluculuğa zorlanmasına yönelik bu teklifin kabul edilmesi mümkün olmayıp; Adalet Komisyonu üyelerini Anayasa'nın öncelikle sosyal devlet ve hukuk devleti ilkesini, ardından tüketicinin korunmasına yönelik 172. maddesini hatırlamaya davet ediyor, tüketicilerin taraf olduğu uyuşmazlıklarda zorunlu arabulucuğun tartışmaya dahi açık olmadığını, dosya sayısının arttığı her alanda yargının arabuluculuk yoluyla özelleştirilmesini uygun bulmadığımızı kamuoyunun bilgilerine saygılarımızla sunuyoruz.
İSTANBUL BAROSU TÜKETİCİ HAKLARI VE REKABET HUKUKU MERKEZİ