HABERLER
  • Son Güncelleme : 22.03.2019 16:53
  • Haber Giriş : 20.03.2019 17:08
  • Etkinlik : 20.03.2019

Susmayı Yeğleyen Adaletsizliğe Ortak Olacaktır

20 Avukatın sanık olduğu, İstanbul 37.Ağır Ceza Mahkemesinin Silivri’de devam eden yargılamaları (!) bugün sona erdi. Meslektaşlarımızın tümü için mahkûmiyet kararı verildi.

Davanın bir hafta devam eden ilk celselerinin tamamlanmasını müteakip, o tarihteki heyet tarafından tümüyle usulüne uygun olarak yapılan yargılamalar sonucunda, tüm sanıkların tahliyeleri yönünde karar verilmişti. Karar gerekçesinde, (a) suç vasfının değişme ihtimalinden, (b) AHİM kararlarından (c) Sanıkların Avukat olduğundan bahsedilmiş ve tahliyeler gerçek anlamda bir “gerekçeye” bağlanmıştı. Bu denli güçlü gerekçe taşıyan kararın altında, heyet üyesi 3 yargıcın da “ıslak imzası” vardı. Ancak aradan 10 saat geçtikten sonra, aynı Mahkeme ve aynı heyetle, “tutuklama yönünde yakalama” kararı vermiş ve bu karar da “elektronik imzayla” tebliğ edilmiştir.

Yapılan işlem bununla da sınırlı kalmamış, o hafta içinde heyet üyelerinin ikisi bu Mahkemeden alınarak, başka Mahkemelerde görevlendirilmiştir.

Yeni heyetle başlayan yeni celselerde, yargılamadan ziyade, bir “ön yargının” egemen olduğu açıkça gözlenmiş ve gerek duruşmayı izleyen Baro Başkanı ve gerekse müdafi meslektaşlarımız tarafından bu durum, yeni heyetin göreve başladığı ilk celsede bizzat Duruşma Salonunda ifade edilmiştir.

Celseleri sürdüren heyet, gizli/açık çeşitli tanıkları dinlemiş ve oluşturduğu ara kararı ile “gelecek celseye kadar“ kovuşturmanın genişletilmesi taleplerini bildirmeleri için savunmaya süre vermiştir.

Sanık müdafilerinin bu ara kararı gereğince verdikleri dilekçelerle bildirimlerini yaptıkları sırada, dosya Savcılığa da gönderilerek “esas hakkında mütalaa” verilmesi istenmiştir. Celse arası yapılan ve ara karara da bağlanmayan bu talepler karşısında, usulü hatırlatarak talebi reddeden Savcılar olsa da, defaatle yapılan baskılar sonucu mütalaaya ulaşılabilmiştir. Öylece dosyaya bir yandan kovuşturmanın genişletilmesi yolundaki talepler gelirken, diğer yandan da bu taleplerin içeriğinden habersiz olarak hazırlanan bir Savcılık mütalaası da ulaşmıştır. Açık deyişle esas hakkındaki mütalaayı hazırlayan savcı, kovuşturmanın genişletilmesi taleplerinin içeriğinden habersiz olduğu gibi, muhtemel olarak bu yönde verilecek bir kararın sonuçlarını da bilmeden mütalaa hazırlamıştır.

Celse arasında meydana gelen bu gelişmeleri takiben 18 Mart 2019 günü başlayan duruşmada, Mahkeme Başkanı, “ilk işlem” olarak sanıklara esas hakkındaki mütalaa ile ilgili savunmalarını sormaya başlamıştır. 16 Baro Başkanı ve TBB Heyeti tarafından da izlenen bu gelişme üzerine, İstanbul Baro Başkanının da içinde bulunduğu avukatlar tarafından yapılan itirazlar üzerine, yargılamanın genişletilmesi yönündeki taleplerin reddine karar verilmiştir. Aynı kararda, “gelecek celseye kadar” süre verildiğine değinmeksizin 35 gün (!) beklediğini belirterek savcılıktan istediği mütalaaya gerekçe oluşturulmuştur.

Kovuşturmanın genişletilmesi taleplerini ara kararı ile reddeden Mahkeme Başkanı, savunmadan gelen itirazlar üzerine, bu talebin nedenlerini genel olarak bir sanık müdafiinden dinlemekle kalmamış, her bir sanık için de ayrı ayrı bu gerekçeleri almıştır. Daha açık deyişle, birkaç dakika evvel peşinen reddedilen talebin, bu kez müdafiler vasıtasıyla dillendirilmesi sözkonusu olmuştur.

Bu talepleri aldıktan sonra, zaten oluşturduğu “ön yargı” ile tümünü bir kez daha reddeden Mahkeme Başkanı, savunma almaya yönelmiş, sanıkların ve müdafilerinin itirazları ile karşılaşması üzerine, sanıkları da müdafileri de salon dışına çıkararak, savunmalarını almadan tüm sanıklar için de mahkûmiyet kararı vermiştir.

İstanbul Barosu olarak bu vesile ile ifade etmekteyiz ki, Türk Yargılama Tarihi böyle bir yargılamaya ilk kez tanık olmaktadır.

Tarih boyunca pek çok olağanüstü dönem yaşayan ve o dönemlerin haksız yargılamalarını hafızasına ders olarak kaydeden 141 yıllık bir kurumsallık olarak, hukuksuzluğun böylesini ilk kez yaşamakta olduğumuzu itiraf ediyoruz.

İlk celsesinden sonuna kadar -  düzeltilmesine olanak bulunmayan – onlarca kanunsuz ve hukuksuz uygulamayı barındıran böyle bir kararla karşılaşmış olmaktan dolayı, yargının kurucu unsuru savunmayı temsilen “utanç” duyuyoruz. Biz, bu sonucun müsebbibi olmadan, duyduğumuz hissiyatı “utanç” ile açıklamaktayız. Müsebbibi olanların duygularını ise merak etmekteyiz.

Hukuk adına öğrenip bellediklerimiz, bu davanın celselerinde yaşananların bütünü için “yargılama” tanımı yapmaya yetmemektedir.  Şimdi hukuk kamuoyu şeklen bir “yargılama imiş gibi” görünen oturumların sonucunda verilen bu kararın ne ölçüde meşruiyet taşıdığını ve bu koşullarda oluşturulan bir kararla özgürlüğü sınırlandırılan avukatların konumlarını tartışacaklardır.

Yargılananların kimlikleri, isnatlar, iddialar ve savunmalardan bağımsız olarak ifade ediyoruz ki,   kendilerini “adalet” sağlamak adına görevli hisseden her bir erk sahibi, susmayı tercih ederse, adaletsizliğe ortak olacaktır. Yaşanan sürecin bu noktaya varacağını öngören bazı Baro Başkanları, celse öncesinde HSK’ya erken uyarı yaparak gereğinin yapılmasını talep etmişlerdi. Bu talebe yanıt verilmemiş olmasını, izleyen günlerde de sessiz kalınacağına dair bir karine olarak nitelemek istemiyoruz. Yargının süjelerinden hiçbirisinin, yargıyı bu konuma sürüklemeye hakkı olmadığını anlatmaya çalışıyoruz. Herkesi “gerçek görevine” davet ediyoruz. Sadece ve yalnız “adil yargılanma” talep ediyoruz.

Avukat olarak ayrıcalık talep etmiyoruz. “Avukat yargılanmaz” demiyoruz. “Avukatı tutuklayamazsınız”  demiyoruz. Yalnızca “herkes” için adil yargılanma hakkını hatırlatıyoruz. Bunlar avukatlara yapılırsa, sonunun nerelere varacağını tahmin edemeyeceğimizi anlatmaya çalışıyoruz.

İstanbul Barosu ve avukatlar olarak adalet ülküsünden asla vazgeçmeyeceğiz. Susmayacağız.

Tek başımıza kalsak da…

İSTANBUL BAROSU BAŞKANLIĞI

YAZDIR
Yükleniyor...