HABERLER
  • Son Güncelleme : 17.11.2023 17:45
  • Haber Giriş : 22.11.2023 13:38
  • Etkinlik : 29.09.2023

Engelli Hakları Söyleşileri I

Neden Olmadı Nasıl Olur: Erişilebilirlik
Giriş

İşbu rapor, 29 Eylül 2023 tarihinde İstanbul Barosunda, akademi, baro, medya ve sivil toplum temsilcilerinin katılımıyla gerçekleştirilen yuvarlak masa toplantısı neticesinde oluşturulmuştur. Bu raporda erişilebilirliğe dair sorunlar ve çözüm önerileri başlıklar halinde sunulmuştur. İşbu raporun içeriğini, katılımcıların toplantıda ortaya koyduğu sorun ve çözüm önerileri oluşturmaktadır. Dolayısıyla bu metin nihai bir metin olmadığı gibi alana dair sorun ve çözüm önerilerini tükettiği iddiasında da değildir. Hedefi, alana dair güncel sorun ve çözüm önerilerini mücmel şekilde ortaya koymak, sorunların kamuoyunda tartışılmasını sağlamak ve paydaşlar arasında etkileşimi arttırarak çözüme katkı sağlayabilmektir.    

Erişilebilirlik Nedir?

Engellilik çalışmaları erişilebilirlik ve ayrımcılık olmak üzere iki ana sütun üzerinde yükselmektedir. Aralarında dolaylı bir ilişki de vardır. Erişilebilirlik koşullarının olmaması ayrımcılığı da beslemektedir. Ülkemizde 30.05.1997 tarihli 3194 sayılı Kanun’un ek 1. Maddesinden bu yana erişilebilirlik alanına dair düzenlemeler yapılmaktadır. 2005 yılında engelliliğe dair temel bir kanun olarak 5378 sayılı Engelliler Hakkında Kanun (“Kanun”) çıkarılmıştır. Yine alanda son derece önemli bir gelişme olarak Birleşmiş Milletler Engellilerin Haklarına Dair Sözleşme (“BM EHS”) imzalanarak Türkiye açısından 28.9.2009’da yürürlüğe girmiştir. Kanun’un 7. Maddesi ve Engelli Hakları Sözleşmesi’nin 9. maddesi erişilebilirliğe dair çerçeve hükümlerdir. Bunun yanı sıra sadece mekânsal-fiziksel erişilebilirliğe dair ona yakın kanunda erişilebilirliğe dair muhtelif hükümler bulunmaktadır. Yine otuzu aşkın yönetmelik, ona yakın Türk Standartları Enstitüsü tarafından ortaya konan standart bulunmaktadır. Ancak mevzuattaki bunca düzenlemeye rağmen ülkemizin erişilebilirlik karnesinin iyi durumda olduğunu söylemek mümkün değildir.

Erişilebilirliğe dair mevzuat ve doktrinde birbirine yer yer benzeyen yer yer ayrışan kimi tanımlar görülmektedir. 5378 sayılı Kanun’daki tanımın oldukça yeterli olduğunu söyleyebiliriz. Kanun’un 3/f maddesi uyarınca “Erişilebilirlik: Binaların, açık alanların, ulaşım ve bilgilendirme hizmetleri ile bilgi ve iletişim teknolojisinin, engelliler tarafından güvenli ve bağımsız olarak ulaşılabilir ve kullanılabilir olması” şeklinde bir tanıma yer verildiği görülmektedir. Bu tanımdan hareketle erişilebilirliğin mekânsal/fiziksel ve bilişim erişilebilirliği şeklinde iki ana sütun üzerinden ele alınabileceğini söyleyebiliriz.

Bu bağlamda erişilebilirliğin hayata geçirilememesinin nedenleri ve yapılabilecekler incelemeye başlanabilir.  
Hak Temelli Perspektifin Eksikliği

Engellilerin toplumsal hayata eşit şekilde engelsiz biçimde katılması noktasında en büyük duvarın konuya bakış açısı olduğunu söylemek mümkündür. Zira bu bakış açısı duvarın da ötesinde koca bir önyargı kalesine dönüşmektedir. Bu da Baro-STK bağlamında savunuculuk yapan kişilerin, örgütlerin, akademi bağlamında bilgi üreten kişilerin, medyada zaten sesi cılız çıkan engelli hak mücadelesinin farkında gazetecilerin söylediklerinin toplumsal alanda yankı bulmasını engellemektedir. Eşyanın boşluk kabul edemeyeceğinden hareketle hak temelli perspektifin eksikliği lütuf, yardım, hayır gibi başkaca yaklaşımlarla doldurulmaktadır. Karar alıcı ve uygulayıcıların mevzuattaki onca hükme rağmen engellinin erişimi için yapılanları bir hakkın tesliminden ziyade lütuf olarak mütalaa ettiği gözlemlenmektedir. Bunun pratik sonucu da lütfedenin çizdiği sınırlar içerisinde ve ancak istediği zaman ve miktarda iyileşmelerin sağlanmasıdır. Toplumdaki bakış da bunun uzamsal devamı olarak hayır kavramı ile kendisini ortaya koymaktadır. Erişilebilirlik, vergi verenin kendisiyle eşit haklara sahip bir hak öznesine hakların teslimi değil kendisi açısından uhrevi bazı kazanımlara dönüşebilecek bir ticari amelenin parçası olarak görülmektedir. Hayır kavramı elbette yardım gibi hiyerarşik bir söylemle tahkim edilmektedir. Tırnak içerisinde “daha iyi” olanın görece aciz, zor, kötü durumda olanın durumunu iyileştirmek adına yaptığı ve arka planında ahlaki bir iyi olma güdüsü taşıyan bireysel iç rahatlama amelesiyle karşı karşıya kalınmaktadır. Yukarıda da ifade edildiği gibi üç kavram da hak temelli bakışın karşısında geleneksel engellilik rolünü besleyen durumdadır. Alanda eğer bir ilerleme katedilecekse bu, öncelikle hak temelli bir perspektife geçilerek sağlanabilecektir. Ancak bu nirengi noktasından hareketle insan onuruna yaraşır, modern hukukun üzerine bina edildiği hak ve özgürlüklere dönülebilecektir. Bu bağlamda hak temelli bakmayan kişi ve kurumların ivedilikle yaklaşımlarını terk etmesi gerekmektedir. Tam bu noktada “nasıl?” sorusu karşımıza çıkmaktadır. Burada da yine başa dönmek durumundayız. Baro, STK, medya, akademiye oldukça iş düşmektedir. Yapılabileceklere aşağıda değinileceği için bu başlık altındaki açıklamalara burada son verilecektir.
Özne ve STK’lar

Engellilik alanında yaşanan sorunların çözüme kavuşturulmasının hak temellilik ile ilişkisinden söz edildi. Bu bağlamda alanda görünür olan ve yaşanan sorunlar ilie çözüm önerileri konusunda yeri geldiğinde toplumun kendilerine kulak kesildiği örgüt ve kişilerin de ele alınması gerekmektedir. Bunların başında engellilik temelli STK’lar gelmektedir. Zira demokratik toplumsal yapılarda hakların kazanılması ve korunmasında sivil inisiyatifler ve hak öznelerinin çabaları çok önemlidir. Bu yapılardaki perspektif yokluğu veya yanlışlığı kelebek etkisiyle toplumun bakışını büyüyerek zehirlemektedir. Dolayısıyla engelliliği ajitatif bir unsur haline getiren, özel günlerdeki medyatik iştaha katılarak yanlış perspektifi ortalama izleyici-okuyucu nezdinde daha da sorunlu hale getiren, faaliyetleri için toplumsal alanda yardım toplama eylemleriyle görünür olan STK’ların sorunların çözümüne katkı yapmaktan ziyade durumu daha da kötü hale getirdiklerini söylemek gerekir. Zira engelliliği ajitatif ve yardım eksenine oturtan yapılar toplumda yer alan hak temelli olmayan perspektifin biteviye üretilerek devamını sağlamaktadır. Hak temellilik orijin olarak alınacak olursa yapılan bu yanlış hamleler bizi orijin noktasından uzaklaştırmakta, oraya dönüşümüzü zorlaştırmaktadır. Dahası bu bakışın kitle iletişim araçları vasıtasıyla yapılması alana dair bilgisi olmayan ortalama izleyici-okuyucunun önyargı duvarlarına bir tuğla daha koymaktadır. O nedenle var oluşunu engellilik üzerinden ortaya koyan STK’ların engelliyi hak sahibi eşit bir özne olarak esas alması, talepleri buradan yükseltmesi gerekmektedir.

STK’ların erişilebilirliği en öncelikli mesele haline getirmesi, gündemleştirmesi gerekmektedir. Buna ilişkin lobicilik, eylemlilik ve başvuru faaliyetleri ile odak noktalarının engellilerin hayata eşit ve engelsiz şekilde katılması olduğunu hatırlamaları gerekmektedir. Yine erişilebilirlik izleme ve denetleme komisyonlarının da tarafı olan konfederasyonların bu işlevlerini yerine getirmeleri önem arz etmektedir.  
Buradan hareketle katılımcılığa uygun örgüt yapılarıyla sorunlar tartışılmalı, öncelikler belirlenerek sorunların çözümü için ısrarlı ve sistematik şekilde çaba sarf edilmelidir. Bu tavrın sonuç getirdiği görüldükçe bizzat hakkın öznesi olan daha fazla kişinin de meseleye ilgisi artacak, kanıksanmış rol ve durumlardan çıkıldığı görülecektir. Lobi faaliyetleriyle literatürdeki ismiyle bir “baskı grubu” oluşturulabilecektir. Bu bağlamda doğru bir iletişim diliyle yazılı ve görsel medyayı kullanmak, kullanabilmek için de medya mensuplarıyla yakın temasta olmak faydalı olacaktır. Yine bilgilendirici broşürlerle hak öznelerinin başvurular yapabilmesinin desteklenmesi sağlanmalıdır.      

Bu başlık altında barolara dair de bazı hususlara değinilmesi bir zorunluluktur. Her ne kadar var oluşları engellilik temelli olmasa da kanuni görevi olan insan haklarını korumak vazifesi düşünüldüğünde baroları salt bir mesleki organizasyon olarak değerlendirmek mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla hak savunusu yapması beklenen bir mesleğin müntesiplerini bir araya getiren hem de kurumsal olarak da kanunundan hareketle kendisinden engellilik alanına katkı yapması istenen baroların yeterli katkıyı yaptığını söylemek mümkün değildir. Birkaç baro dışındaki diğer baroların katkı sunmak bir yana meseleye ilişkin ne derece farkındalıklarının bulunduğu dahi tartışmaya muhtaçtır. Üst meslek örgütü olan Türkiye Barolar Birliği bünyesinde bağımsız bir engelli hakları komisyonu kurulması oldukça önemli bir adımdır. Ama ülkemizde %10 civarındaki bir nüfusun engelliliğin değişik spektrumlarına sahip olduğu düşünüldüğünde baroların ancak üçte birinde engelli hakları ile ilgilenen komisyon-merkezlerin olmasının, geri kalanında buna ilişkin bir birimin hiç olmamasının  barolar açısından henüz meselenin çok başında olunduğunu gösterdiğini not etmek gerekmektedir. Bu nedenle baro yönetimlerinin en azından ülke nüfusunun nicel durumuyla orantılı şekilde engellilik meselesini sorunsallaştırmaları, bunun ilk adımı olarak da engelli hakları konusunda çalışan komisyon-merkezleri kurmaları gerekmektedir. Sonrasında da bu komisyon-merkezlerin insan kaynağının oluşturulması; devamında bu birimlerin görünür olmaları ve görünür olabilmeleri için de birim tarafından yapılacak çalışmalara destek verilmesi elzemdir.

Bu başlık altında son olarak da bizzat hakların öznesi olan engelli kimselerin haklarını sahiplenmek ve savunmak konusundaki ketumiyet ve atalete dikkat çekmek gerekmektedir. Şüphesiz bu konuda mücadele veren insanlar bulunmaktadır. Ancak kitlenin bütünü düşünüldüğünde oldukça sınırlı kalmaktadır. Nihayetinde bir hakkın kazanılması ve korunmasında kurumsal olduğu kadar bireysel çabalar da önemlidir. Kurumları da kişiler bir araya gelerek oluşturdukları için belki de başat aktörün kurumlar değil özneler olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu bağlamda haklarının idrakinde, hak temelli perspektiften hareket eden ve bağımsız bir birey olarak toplumda var olmak isteyen talepkâr engelli hak öznesi sorunların çözümünde meselenin başlangıç noktası kabilindedir. İdari-yargısal başvuru mekanizmalarını zorlayarak sorun ve taleplerini dillendirmeyen, sorunları kanıksamış, geleneksel engellilik rolünü benimsemiş özne sorunların çözümünün önünde kendisi bizzat bir engele dönüşmektedir.     

Sahici Olmayan İş Yapma Biçimi

Öncelikle gerek bireysel gerek toplumsal gerek kamu otoritesi açısından iş yapma biçiminin “miş gibi yapmak” üzerine kurulduğunun itirafıyla başlamak gerekir. Zira sahici olmayan herhangi bir iş yapma biçiminin sonuç getirmesi mümkün olamayacaktır. Erişilebilirlik gibi önemili hatta majör bir konuda böyle bir yaklaşımın devasa neticeleri olmaktadır. Sırf yapılmış görünmek için hak öznelerine sorulmamış ve denetilmemiş hissedilebilir yüzeyler, rampalar engellilerin toplumsal yaşama katılmasını önlemektedir. O kadar ki bu sorunlar işe gitmek, eğitim alabilmek, sosyal bir aktiviteye katılmak gibi hayatın içinde olan en temel şeylerin dahi yapılamaması sonucunu doğurmaktadır. Örneğin mevzuatta tanınmış maddi hakların denetim mekanizmalarının oluşturulmuş olmak için oluşturulması tanınan hakların hayata geçmesini önlemektedir. Zira varmış gibi görünen denetim mekanizmalarının aslında olmayışı bu konuda ihmalkâr davranan kişi-kurumları cesaretlendirmekte; sorunların çözümünü isteyen kişi-kurumları ise çözümsüzlüğe, kabullenmeye götürmektedir. Bu bağlamda çıkış noktası olarak erişilebilirlikle ilgili aksiyon alan özel-tüzel kişi veya kurumların öznelerle iletişim halinde ihtiyaç analizi yapmaları ve bizzat deneyimleterek aksiyonlar almaları yapılanın kâğıt üzerinde kalmasını önleyecektir. Yapılmayan veya eksik-yanlış yapılan uygulamaların denetimi için de gerçekçi denetim mekanizmalarının oluşturulması gerekmektedir.
 
Bütçe

Erişilebilirliğin sağlanması için finansal bir karşılık ayrılması gerekmektedir. Yukarıda uzun uzadıya izahı yapılan perspektif yoksunu kişi ve kurumların kendilerine çıkış rampası olarak gördükleri şeylerden biri de bütçedir. 5378 sayılı Kanun’un erişilebilirliğe dair uzatma süreleri düşünüldüğünde artık erişilebilirliğe dair harcanacak tutarın yıllık bütçede açıkça belirlenmesi gerekmektedir. Her kurumun bütçesi yazılırken erişilebilirlik kaleminin ayrıca düzenlenmesi ve bu kaleme de Kanun’un yürürlük süresi gözetilerek önem verilmesi gerekmektedir. Zira aksi durumda biteviye uzatılan ve bir türlü sağlanamayan erişilebilirlik standartları daha doğrusu standartsızlığıyla karşı karşıya kalınmaktadır.  
Bu başlık altında sosyal haklar karşısında devletin mali olanakları ölçüsünde sorumlu olmasının ölçütünün ne olduğu, erişilebilirliğin konusunun ne zaman sosyal hak ne zaman temel hak olduğu, devletin sorumluluklarının mali sebeplerle ortadan kalkıp kalkmayacağı soruları cevaplanabilir Anayasaya göre sosyal haklar açısından devletin yükümlülüğü mali gücü ile sınırlıdır. Mevcut konu açısından, hangi alanlardaki erişilebilirlik sorununun temel hak ihlali hangilerinin sosyal hak ihlali olarak adlandırılacağının ortaya koyulması gerekir. Böylece, hangi konularda devletin pozitif yükümlülüğü olduğu ve erişilebilirlik sorunlarının hangi durumlarda temel hak ihlali mahiyetinde olduğu anlaşılmış olur. Örneğin bir kitaba erişememekle, aile yaşamının veya toplumsal yaşamın yoğun olarak geçtiği, aile konutu, şehir meydanları, vs alanların durumu farklılaşacaktır. Veya bir hastaneye veya acil servislere erişememek yaşam hakkının ihlali anlamına gelecektir.
Burada sosyal haklar ve temel haklar arasındaki bağadeğinelim. Sosyal haklar, ancak temel hakkın gerçekleşmesinden sonra konu edilebilir. Örneğin konut hakkı bir sosyal haktır. Kişi barınma ihtiyacını hiç karşılayamıyorsa, yaşamı, sağlığı, özel yaşamı tehdit edilmekte ve ihlal edilmektedir. Bir insanın barınma ihtiyacı giderilmeksizin hayatına devam etmesi mümkün değildir. Ancak barınma ihtiyacı giderilmiş ise, bu barınılan alanın bir takım insani şartları taşıması veya konutun mülkiyetinin kişiye ait olması sosyal hak olarak vasıflandırılabilir. Erişilebilirlik açısından örneği uyarlarsak, kişinin mesleğini yürütmesi için gerekli kaynaklara erişmesi özel yaşam bağlamında bir temel haktır, ancak özne açısından özel bir önem taşımayan herhangi bir kitaba ulaşması sosyal hak olarak kabul edilebilir. Devletin bütçe açısından yükümlülüğünün sınırları bu şekilde belirlenebilir. Bu bağlamda somut, hızlı adımların atılması artık bir zorunluluktur.
 
Eğitim
Ülkemizde ilkokuldan yüksek öğrenime kadar toplumsal bir gerçeklik olarak engelliliğin yadsındığı yahut ihmal edildiği görülmektedir. Kamusal alanda karşılaşılan bir engelli yurttaşla iletişimden, mesleki olarak bu konuda yapılması gerekenlere kadar koca bir eksiklik bizi karşılamaktadır. Engelliliğin mahiyetine dair eğitilmemiş kitleler mikro saldırgan tutumlarıyla ayrımcılığın dışa vurum biçimlerini sıklıkla ortaya koymaktadır. Öte yandan bina tasarlayan-yapan mühendis-mimardan haber yazan gazeteciye; ders veren öğretmenden sağlık hizmeti sunan hekime; hukuk hizmeti sunan avukat, hâkim, savcıdan yönetici olan kaymakam, vali, bürokrata kadar engellilik meselesinin dışında olduğunu iddia edebileceğimiz hiçbir meslek grubu bulunmamaktadır. Bu gerçekliğe rağmen yüksek öğrenim müfredatları incelendiğinde engelliliğe dair tatmin edici bir içeriğin yer almadığı görülmektedir. Bu durum mesleki yetersizlik, ihmal veya yok sayma gibi sonuçlara açıkça zemin hazırlamaktadır. Bu da fiziksel çevrenin erişilebilir olarak nasıl tasarlanacağını bilmeyen bir mimarın projesinin engellilerin giremediği bir yapıya dönüşmesi gibi bir pratik sonuca yol açmaktadır. Mimarlık, inşaat mühendisliği, iç mimarlık, şehir bölge planlama, peyzaj mimarlığı, bilgisayar ve yazılım mühendisliği başta olmak üzere engellilerin hayatlarını doğrudan etkileyen tüm bölümlere lisans ve lisans üstü düzeyde dijital ve fiziksel erişilebilirliğe dair derslerin konması gerekmektedir.   

Medya Dili

Yazılı ve görsel medyanın engellilere dair kullandığı dilin çoğunlukla sorunlu olduğu görülmektedir. Zira kurulan dil hiyerarşi içeren, bolca drama, çokça ayrımcı bir dil olmaktadır. Bu konuda oldukça dikkatli bir dil kullanan medya mensuplarını tenzih etmekle birlikte, aslında haber dili ile hak temelli bakışın çatıştığı bir durumla karşı karşıya olunduğu not edilmelidir. Medya mensubunun haber diline kendince bakışı ve gazetecilik mesleğinin kendine özgü tekniklerinin  bulunduğunu yadsımamak  gerekir. Ancak toplumsal önyargıların yükselmesinde üretilen medya dilinin inkarının da sonuca katkı sunmayacağı ortadadır. Öncelikle medya mensuplarının da Türk toplumunun bir parçası olduğu unutulmamalıdır. Dolayısıyla ilköğrenimden yüksek öğrenime kadar sistematik bir bilgilendirilmeyle muhatap olmamış kişilerin meseleye geleneksel kalıplar içerisinden bakmaları anlaşılabilir durumdadır. Öte yandan engelli hakları çalışan özgülenmiş bir medya uzmanlığı da bulunmamaktadır. Bu nedenle mutlaka gazetecilik, radyo televizyon sinema gibi bölümlerin müfredatlarına engellilik, bunun mümkün olmadığı ihtimalde de dezavantajlı gruplar ile ilgili dersler eklenmesi gerekmektedir. Böylelikle toplumda zaten önyargıların muhatabı olan kişilere yöneltilen tavrın üreticisi ve devam ettiricisi olmaktan kaçınmak mümkün olacaktır. Yine engellilik meselesinin toplumsal cesameti ve önemi düşünüldüğünde bu meseleye yönelen medya mensuplarının olması sorunun görünürlüğü ve çözümü adına önemli katkı sağlayacaktır. Öte yandan engellilik alanında çalışan savunucuların, STK ve baro temsilcilerinin de sorunlara dair bilgi ve farkındalık yaratmak adına medya mensuplarını beslemesi gerektiği de ortadadır. Tam bu noktada özne olarak yer alan paydaşların medya mensuplarıyla eşgüdümlü bir biçimde hareket etmeleri büyük öneme sahip olacaktır. Zira haber dili ve topluma doğru bir biçimde aktarılması gereken mesajlar bakımından dengenin sağlanması, hak perspektifinin geniş kitlelere ulaştırılması bir zorunluluk haline gelmiştir.

Dijital Erişilebilirlik

Raporun giriş kısmında belirtildiği üzere erişilebilirliği fiziksel erişilebilirlik ve dijital erişilebilirlik olarak sınıflandırmak mümkündür. Yukarıda erişilebilirlik kavramının işlevsel hale getirilmesi için sıralanan çözüm önerileriyle birlikte dijital erişilebilirlik için ayrı bir başlık açmak yerinde olacaktır. Yaşanan teknolojik gelişmeler pandemiyle birlikte hiç olmadığı kadar ivme kazanmış, hayatın her alanında çok daha kilit bir noktaya yerleşmiştir. Bu bağlamda herkes için olduğu gibi engelli bireyler için de dijital mecralar büyük önem taşımaktadır. Ülkemizde denetim mekanizmalarının işlerliğinden bağımsız olarak dijital erişilebilirlik noktasında bir dağınıklıktan ver başıboşluktan söz etmek mümkündür. r. 5378 sayılı Kanun ve Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi’nde çerçeve hükümler yer almakla birlikte bu hükümlerin hangi teknik standartlarla bağlantılı olacağı, nasıl ve kimler tarafından denetleneceği gibi unsurlar eksik kalmıştır. Örneğin erişilebilirliğin sağlanması amacıyla çıkarılan Erişilebilirlik İzleme ve Denetleme Yönetmeliği’nde bilişim erişilebilirliğine yönelik herhangi bir denetim mekanizmasına yer verilmemiştir. Yalnızca yönetmeliğin tanımları içeren 4. Maddesinde erişilebilirlik tanımında bilgi ve iletişim teknolojilerinden bahsedilmektedir. Bu itibarla dijital erişilebilirliğin işlevsel hale gelmesi amacıyla yönetmelik revize edilebilir. Bu bağlamda ilgili teknik standartlara atıf yapılarak mevzuatın bir parçası haline getirmek başlıca atılacak adımlardan biridir. Nitekim mevzuata bakıldığında bunun bir örneğini görmek mümkündür. Türk Ticaret Kanununun 1524. maddesinin 3. Fıkrası uyarınca web sitelerinin bilgi toplumu hizmetlerine ayrılmış bölümünün herkesin erişimine açık olduğu belirtilmiştir. Bu durumun ihlali halindeyse engelin kaldırılması davası açılabileceği hükme bağlanmıştır. Bu doğrultuda Sermaye Şirketlerinin Açacağı İnternet Sitelerine Dair Yönetmeliğin 11. Maddesi uyarınca kapsama dahil olan şirketlerin uluslararası teknik standart olarak uygulanan WCAG yönergelerine uyduklarını taahhüt ettiklerini belirtmektedir. TTK ve ilgili yönetmeliklerde yer alan bu hükümler esasen dijital erişilebilirlik mevzuatının nasıl bir temele oturtulması gerektiğine yönelik makul bir örnek teşkil etmektedir. Bu noktada ilgili hükümlerin yalnızca bilgi toplumu hizmetleri bölümünü kapsaması eleştirilebilir. Şirket internet siteleri ve mobil uygulamalarının tümünü içerecek şekilde ilgili hükümlerin maddi kapsamının genişletilmesi ve hukuki mekanizmaların aktif hale getirilmesi özelinde daha detaylı çalışmalar yapılması gerekmektedir.             
 Buna ek olarak BTK bünyesinde hem teknik hem de hukuk alanında uzmanlardan oluşacak bir komisyon kurulabilir. Bu sayede gerek kamusal alanda, gerekse özel hukuk alanına ilişkin vakalarda aynı mekanizma işletilebilir. Bir başka yöntemse şirketler ve e-ticaret platformları bakımından erişilebilirlik ihlallerinin Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun vasıtasıyla oluşturulacak bir sistem üzerinden bildirilmesi şeklinde düşünülebilir. Yine bu kapsamda Elektronik Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun özelinde erişilebilirliğe ilişkin bir madde eklenebilir. Dikkate değer bir başka hususta Kamu İhale Kanunu bünyesinde erişilebilirlik bağlamında bir hüküm bulunmamasıdır. Yukarıda belirtilen önerilerle birlikte Kamu İhale Kanunu için de gerekli mevzuat altyapısı hayata geçirilmelidir.   
Tüm bu tespit ve çözüm önerileri ışığında     . Bu noktada ilgili kişi ve kurumlar nezdinde ivedilikle farkındalık çalışmaları ve lobi faaliyetleri yürütülmelidir. Öncelikle daha teknik ve kapsamlı bir mevzuatın yürürlüğe girmesi sağlanmalı ve işlevsel bir denetim mekanizması hayata geçirilmelidir. Bu mekanizmanın bir parçası olarak muhakkak dijital erişilebilirliğin teknik standartlarınaı hakimbilen insanlar yetiştirilerek gerek kamu, gerekse özel sektör için bir sertifikasyon sistemi oluşturulmalıdır. Bu bağlamda özellikle AB ve ABD bünyesinde oluşturulan hukuki metinler ve meydana gelen gelişmeler yakından izlenebilir. Ayrıca dijital erişilebilirliğin fiziksel erişilebilirliğe bir alternatif olmadığı, hak perspektifiyle doğru orantılı olarak bağımsız bir alan olduğu unutulmamalıdır.    
          
Katkı Sunanlar

İşbu rapor İstanbul Barosu Engelli Hakları Merkezi’nin “Engelli Hakları Söyleşileri” adlı toplantı dizisinin ilk oturumu olan “Neden Olmadı Nasıl Olur: Erişilebilirlik” oturumundaki çıktıların yazılı hale getirilmesiyle hazırlanmıştır. 29 Eylül 2023 tarihinde İstanbul Barosu merkez binasında gerçekleştirilen bu oturuma katılarak yahut sonrasında bu metne katkı sunan aşağıda isimleri sayılanlara katkılarından ötürü teşekkür ediyoruz. Raporun içerdiği düşüncelerin ve tüm eksik ve yanlışlıkların Engelli Hakları Merkezi olarak tarafımıza ait olduğunu, aşağıdaki isimlerin bu konuda bireysel olarak bir kusuru olmadığını da ayrıca ifade etmek isteriz.

Ayhan BAHÇELİ-Türkiye Ortopedik Engelliler Federasyonu Genel Sekreteri
Başak BAYSAL-Kadir Has Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı
Candan ZÜLFİKAR-İstanbul Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi
Çağrı YILDIRIM-İstanbul Barosu Engelli Hakları Merkezi Yürütme Kurulu Üyesi
Hüseyin VAROL- İstanbul Barosu Engelli Hakları Merkezi Sözcüsü
Ilgın AYDINOĞLU-Eğitimde Görme Engelliler Derneği İstanbul Temsilcisi
Mehmet Ali KURT-Engelliler Konfederasyonu Yönetim Kurulu Üyesi
Mesude ERŞAN-Diken Haber Sitesi Sağlık Muhabiri
Mustafa KESKİN-İstanbul Barosu Engelli Hakları Merkezi Yürütme Kurulu Üyesi
Necdet Umut ORCAN-Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İnsan Hakları Hukuku Ana Bilim Dalı Araştırma Görevlisi
Nurşen KORKMAZ-Engelsiz Erişim Derneği Başkanı
Taha Enes ÇAĞLAR-İstanbul Barosu Engelli Hakları Merkezi Yürütme Kurulu Üyesi
Uğur BECERİKLİ-Gün Boyu Gazetesi Köşe Yazarı

 

 

YAZDIR
Yükleniyor...